Ekonomik kaygılar, yoğun iş temposu ve sosyal hayat gibi unsurlar, gece saatlerinde anksiyetenin artmasına neden olmaktadır. Araştırmalar, bu durumun yaygın olduğunu ve bireylerin gece saatlerinde kaygı seviyelerinin yükseldiğini göstermektedir. Gece yarısından sonraki saatlerde, zihinsel yüklerin artması ve yalnızlık hissi, kaygıyı tetikleyen faktörler arasında yer almaktadır.
2024 yılında Psychiatry Research dergisinde yayınlanan bir araştırma, genel anksiyetenin gün boyunca belirli zaman dilimlerinde zirve yaptığını ortaya koymaktadır. Özellikle gece saatlerinde kaygı seviyelerinin artması, birçok kişi için yaygın bir deneyim haline gelmiştir.
Vücudumuzun biyolojik saati, uyanıklık ve uyku düzenini kontrol etmektedir. Washington Üniversitesi Psikoloji ve Beyin Bilimleri Yardımcı Doçenti Rebecca Cox, bu ritimlerin beynimizi etkilediğini belirtmektedir. Gün içinde bizi uyanık tutan sinyaller, gece saatlerinde azalmaya başlar ve bu durum bilişsel işlevlerimizi olumsuz etkileyebilir.
Gece saatlerinde bu sinyallerin düşmesi, kaygı seviyelerinin artmasına neden olmaktadır. Uyku baskısı oluştuğunda, bireylerin duygusal düzenleme kapasitesi zayıflar ve bu da anksiyete semptomlarını artırabilir.
Gece saatlerinde yalnız kalmak, kaygılı hissetmenin bir başka nedenidir. Gündüz saatlerinde bir arkadaşla konuşmak, kaygıyı hafifletebilirken, gece herkes uyuduğunda bu olumsuz duygularla baş başa kalınmaktadır. Cox, bu durumun kaygıyı artırdığını ifade etmektedir.
Yalnızlık hissi, gece saatlerinde kaygıyı tetikleyen önemli bir faktördür. İnsanlar, yalnız kaldıklarında zihinsel olarak daha fazla kaygı yaşayabilirler ve bu durum, kaygı döngüsünü besleyebilir.
Klinik Psikolog Miraç Ganioğlu, gece kaygısının birçok insanın deneyimlediği yaygın bir durum olduğunu vurgulamaktadır. Gece saatleri, genellikle sessizlik ve yalnızlıkla birlikte kişinin iç dünyasına yöneldiği bir zaman dilimidir. Bu durum, kaygı seviyelerinin artmasına neden olabilir.
Ganioğlu, biyolojik açıdan sirkadiyen ritimlerin stres hormonlarının dalgalanmalarını düzenlediğini belirtmektedir. Gece saatlerinde bu hormonların düşmesi, bireyleri daha savunmasız hale getirebilir ve kaygı seviyelerini artırabilir.
Gündüz saatlerinde dikkat dağıtıcı unsurlar, kaygıları bastırmaya yardımcı olmaktadır. Ancak gece saatlerinde bu unsurlar ortadan kalktığında, zihinde çözülmemiş sorunlar su yüzüne çıkabilir. Bu durum, bireylerin düşünceleri üzerinde kontrol kaybı hissetmesine yol açabilir.
Karanlık, evrimsel açıdan savunmasızlık hissiyle ilişkilendirilmiştir. Bu nedenle, gece saatlerinde tehdit algısı artmakta ve bireyler daha kaygılı hissedebilmektedir.
Ganioğlu, insanların gündüz saatlerinde kaygılı düşüncelerle başa çıkma mekanizmaları geliştirdiğini belirtmektedir. Film izlemek, kitap okumak veya sosyalleşmek gibi aktiviteler, kaygıyı yatıştırıcı bir işlev görebilir. Ancak gece saatlerinde bu aktivitelerin sınırlı olması, kaygıyı artırabilir.
Uyku hijyeni teknikleri, bu noktada faydalı olabilir. Gevşeme egzersizleri yapmak, karanlık bir ortam yaratmak ve uyku rutini oluşturmak, kaygıyı azaltmaya yardımcı olabilir.
Yeterince uyuyamamak, kişinin psikolojik dengesini etkileyen bir döngüye dönüşebilir. Ganioğlu, uyku eksikliği yaşayan bireylerin kaygıyı yönetmekte zorlandığını ifade etmektedir. Bu durum, kaygı ve uyku problemlerinin birbirini beslediği bir kısır döngüye yol açabilir.
Sonuç olarak, uyku bir ilaçtır. Endişeli ve üzgün hissettiğimiz her karanlık gecenin bir sabahı vardır. Araştırmalar, bu durumun doğruluk payı olduğunu göstermektedir. Ancak bu yöntemler yeterli gelmiyorsa, profesyonel destek alınması önerilmektedir.
*Haberin görselleri ShutterStock tarafından servis edilmiştir.*